ANADOLU MEDENİYETLERİ MÜZESİ TUNÇ ÇAĞI
Dünyanın sayılı müzeleri arasında yer alan Anadolu
Medeniyetleri Müzesi’nde, Anadolu arkeolojik eserleri Paleolitik Çağdan
başlayarak günümüze kadar, kronolojik bir sırayla sergilenmekte.
Bu sergilenmeyi gördükten sonra üzerinde yaşadığım
Anadolu’nun zengin tarihi beni hem şaşırtmış hem de onurlandırmıştı. Üzerinde
yaşadığım toprakların arkeolojik tarihini, kısmen de olsa, anlamaya ve
anlatmaya karar verdim.
Geç Kalkolitik Çağ’dan Eski Tunç Çağı’na geçiş kesintisiz
olmuştur. Bu iki çağ arasında yer alan kasaba ve köylerde; mimarlık eserleri,
yerli geleneğe bağlı kalarak gelişmesini sürdürmüştür. Damga mühürler, idol ya
da mini putlar, oval ağızlı kâseler, küre gövdeli çömlekler, iri vazolar,
dikdörtgen çanaklar, küpler ve testiler yerini almıştır.
Anadolu, M.Ö. IV. binin sonu, üçüncü binin başlarında, Eski
Tunç Çağına girmiştir. Anadolu’da yaşayan insanlar, bakıra kalay katarak tunç
elde etmeyi ve bu alaşımdan silah, kap – kacak, süs eşyası üretmeyi
başarmışlardır. Anadolu insanı, gereksinmelerini karşılamak üzere; Tunç’un yanı
sıra bakır, altın, gümüş ve doğal altın – gümüş alaşımı olan beyaz altından
(elektrum) her türlü eşyayı üretmişler, yerleşik düzene geçilebilecek koşulları
yaratmışlardır. Böylelikle, sosyal yaşamı da beraberinde getiren ‘’kent’’
olgusunun alt yapısı kurulmuştur.
Anadolu’daki kazılarla ortaya çıkarılan küçüklü büyüklü
yerleşim yerleri, Eski Tunç Çağı insanlarının, etrafı surlarla çevrili
kentlerde yaşadığını göstermiştir. Bu korunaklı kentlerin sıkışık yapılardan
oluştuğu görülmektedir. Geleneksel Anadolu mimarisini temsil eden taş temelli,
kerpiç duvarlı evler yapılmıştır. Dörtgen veya düzgün olmayan dikdörtgen odalı
olan bu evlerde; ocak, fırın ve sedir vardır. Günümüz Anadolu kasaba ve
köylerinde de bu Geleneksel Anadolu Mimarisi sürdürülmektedir.
Kalkolitik Çağda olduğu gibi, ziraatçı ve hayvan yetiştirici
olan bu devir insanları, bundan başka iki önemli uğraşı da iyi öğrenmişler ve
geliştirmişlerdir. Bunlardan biri ticaret, diğeri maden işçiliğidir. Her
türlü madenin işlenmesi gerçekleştirilmiş. Madencilikte döküm ve dövme
teknikleri kullanılmıştır. Anadolu’nun değişik yörelerinde, mezarlara ölü
hediyesi olarak bırakılmış durumda ele geçen zengin maden buluntuları vardır.
Diğer taraftan, yerleşim alanlarında açığa çıkarılan maden döküm kapları, maden
işlemede erişilen ileri düzeye tanıklık etmektedir. Maden işleme sanatı,
özellikle ticareti, bu çağda önem kazanmış ve bu sanatın geliştiği büyük
atölyeler doğu ve kuzey-doğuda yer almıştır.
Bu oluşum, Asur Ticaret Kolonileri Çağındaki ticaretin
gelişmesine yardımcı olmuştur. Eski Tunç Çağındaki Anadolu uygarlığının
eriştiği üst düzeye tanıklık eden bir merkez Alacahöyük’tür. Çorum İl’inin 45
km güneyindeki Alaca İlçesi’nin 17 km kuzey-batısında yer almaktadır.
Alacahöyük, kalkolitik Çağ’dan günümüze kadar, kesintisiz, yerleşim yeri olarak
kullanılmıştır. Dört ‘’Kültür Katı’’ bulunmuş olup, sırasıyla; Kalkolitik, Eski
Tunç, Hitit ve Frig Çağlarından oluşan 15 ‘’Mimari Tabaka’’ saptanmıştır. Alacahöyük’te,
Eski Tunç Çağ’ına ait 13 Kral Mezarı bulunmuştur. Yetişkin erkek ve kadınlara
ait olan bu mezarlardaki hediyeler ilgi çekicidir.
Bazı tanrı tipleri ve tanrı sembolleri bu çağda belirmeye
başlamıştır. Mısır’da ibadet esnasında kullanılan ve ortasından geçirilmiş
madeni çubuklar sarsılınca ses çıkaran saplı kasnak şeklinde bir çalgı olan
sistrumlar kullanıldığı görülmektedir. Sistrumların üzerine tüneyen kartal
sonraları çok sevilen bir motif olmuştur. Bunlar Asur Ticaret Kolonileri ve
Hitit Çağında görülen güneş, geyik ve boğa kültünün ve Ana Tanrıçanın ilk
örnekleridir. Eski Tunç Çağındaki çanak – çömlek elde yapılmış, tek renkli
ve pek azı da boya ile süslenmiştir. Boyalı kaplar daha çok kırmızı ve açık
zemin üzerine koyu renklerle süslüdür.
Gerek kazıma ve gerekse boya ile süslü kaplarda motifler
daima geometriktir. Çanak – çömleğin ana tipleri gaga ağızlı testiler, emzikli
çaydanlıklar, siyah perdahlı üzeri yiv ve kabartmalarla geometrik süslü, geniş
karınlı çömlekler, tek kulplu kâse ve fincanlar, çift kulplu vazolar, insan
yüzlü testilerdir. Eski Tunç Çağında pişmiş topraktan kap şekillerinin
basit olmasının nedeni, bu devirde madeni kapların çok artmış olmasındandır.
Devrin son evresinde madeni örnekleri taklit ederek yapılan gaga ağızlı
testilerin, sepetkulplu çaydanlıkların, keskin köşeli fincanların ve vazoların
sayıları çok artmıştır.
Bu kap şekillerinin birçoğu daha sonraki çağlarda görülen Hitit
kap şekillerinin ilk örnekleridir. Orta Anadolu, Eski Tunç Çağı’nın son
evresinde Batı Anadolu ile ticaret ilişkileri kurmuştur. Bu çağda Troia
bölgesine özgü kap şekilleri, kıymetli madenlerden yapılmış süs eşyaları, İç
Anadolu üzerinden Güneydoğu Anadolu’ya uzanan bölgedeki önemli merkezlere
ulaşmıştır. Bazılarının gövdeleri üstünde daha küçük kabartmalara ve özellikle
aslan ya da leoparlarla birlikte insan tasvirlerine rastlanmaktadır.
Boyutları 5 – 30 cm. arasında değişen bu eserler Bereket Tanrıçasını
betimlemektedir. Dişiliği, üremeyi ve bereketi temsil eden Ana Tanrıça
birçok yörede ‘’Kibele’’ olarak bilinmektedir.
Kurs vücutlu olan bazı mini putların yanında; tahtlarında
oturan, göğüslerini tutan ve doğal bir biçimde betimlenen çıplak kadın heykelcikleri
de bulunmuştur. Eski Tunç Çağında da, Neolitik Çağdan beri Anadolu’nun
geleneksel mühür biçimi olan damga mühürler kullanılmıştır. Pişmiş topraktan
yapılanların yanında taş malzeme de görülür. Maden kullanılmış olmasına karşın
çok fazla değildir. Damga mühürlerin bu çağda boyları ve motifleri
küçülmüştür. Mühür yüzleri dışbükey olup, Üzerlerine geometrik desenler çizilerek yapılmıştır.
Bu dönemde Anadolu’da eğirme ve dokumacılığın çok
ilerlediğini gösteren buluntular ise, genellikle süslü olan ağırşaklar, tezgâh
ağırlıkları ve kirmenlerdi. Doğu, Orta ve Batı Anadolu kültürleri yerel
özellikleri içinde gelişmiş Anadolu medeniyetlerdir. Dış etkiler, birbirleriyle
olan ilişkiler ve göçler, bu medeniyetlerin yerel özelliklerini
değiştirmemiştir. Anadolu’nun en önemli özelliği de tarihi boyunca yerli
özelliğini korumuş olmasındadır.
Yorumlar
Yorum Gönder