26 Nisan 2020 Pazar

OSMANLI DÖNEMİNDE ANKARA



Sultan Alp Arslan 1071 yılında, Malazgirt’te, Bizans’ı bozguna uğratarak Selçuklu Türklerine Anadolu’nun kapısını açtı. Malazgirt zaferi ile Türkler Anadolu’ya yerleştiler. Malazgirt Muharebesi Türk ve dünya tarihinin dönüm noktalarından biri oldu. Bu zafer sonunda, Bizans’ın bütün maddî imkânlarını kullanarak hazırladıkları büyük ordu dağıldığından daha sonraki yıllarda Türkler önemli bir direnişle karşılaşmadan kısa zamanda Ege ve Marmara kıyılarına kadar ilerledi.

Oğuzların Kayı boyundan olan Süleyman Şahın Sungur Tekin, Gündoğdu, Dündar ve Ertuğrul olmak üzere dört oğlu vardı. Bunlardan ilk ikisi Horasan’a döndü, diğer ikisi ise yanlarında yaklaşık 400 aile ile Erzurum civarına gitti ve Sürmeli Çukur Ovası’na yerleşti. Bunlardan bir bölük ise Pasin Ovası’na yerleşti.
Dündar ve Ertuğrul, emrindeki ailelerle batıya ilerlerken iki ordunun savaşına rastladı. Bu iki ordudan güçsüz olarak gördüklerine yardım etmeye karar verdiler. Bu karar onların ileriki yaşamlarını oldukça etkiledi; çünkü güçsüz olup onların yardımıyla savaşı kazanan taraf Anadolu Selçuklu ordusu, düşman ise bir Moğol ordusuydu.

Ertuğrul, bu yardımı sayesinde Selçuklu sultanı III. Alaeddin Keykubat ile tanıştı ve onu koruyucu olarak tanıyıp elini öptü. Sultan da ona hediye olarak Domaniç ve Ermeni dağları ile Ankara yakınlarındaki Haymana Ovasının Karacadağ bölgesini yaylak, Söğüt yakınlarındaki ovayı da kışlak olarak verdi. Böylelikle, Anadolu Selçuklu Devleti’nin bir uç kenti ve “Melik Şehri” olan Ankara, Osmanoğulları’nın ataları ile ilk defa 1230 yıllarında tanıştı.

Ankara’da sosyal, kültürel ve bilimsel ortamın gelişmesi Melik Şehri döneminde olmuştur. 1186 ve 1203 yılları arasında Ankara Melik’i, II. Kılıçaslan’ın oğullarından Melik Muhiddin Mesut Şah idi. Bilime ve ulemaya değer veren bir melik olarak Ankara’yı her yönden geliştirdi ve Selçuklunun önemli bir Uç Vilayeti olmasını sağladı. 1243 yılındaki Kösedağ Savaşı’nda Selçukluların Moğollara yenilmesi üzerine, Türkmenler ve Türkmen Beyleri Moğol yönetiminin ağır koşullarından kurtulmak için Ankara civarı ve batıya doğru çekildiler.

Ankara ve çekildikleri diğer kentlerde düzeni sağlamak için, Ahi Evran tarafından, Hacı Bektaş-ı Veli’nin tavsiyesiyle Ahilik teşkilatı kurulmuştur. 12. yüzyıl sonlarında, Ankara’da Ahilerin yönetimi sırasında Ankara üzerinde iki beyliğin rekabetine rastlanmaktadır. Ankara Ahileri, bu iki güçlü beylikten Karamanoğullarına karşı koymuş ve Osmanoğulları’nı tercih etmişlerdi.

Osmanlı Beyliği 14. yüzyılın ikinci yarısında çok güçlenmişti. Eski Anadolu Selçuk Sultanlığı topraklarını birleştirerek Anadolu’da siyasi birliği sağlamak için büyük çaba gösterdi. Bu süreç içinde Ankara bir sınır kenti olarak, Osmanlıların, Anadolu’yu hâkimiyetleri altına alma süresinde önemli rol oynadı.  Birkaç defa el değiştirdikten sonra kesin olarak Osmanlıların yönetimine girdi.

İlk olarak Orhan Gazi, 1356 yılında Ankara’yı hâkimiyetine almıştır. Ankara kentinin Osmanlı mülküne katılması çok önemliydi. Çünkü Ankara, Anadolu Beyliklerine karşı sağlam bir kaleydi. Ankara, Doğu Anadolu’nun fetih yolları üzerinde bulunduğu gibi, İran’dan Bizans’a giden ticaret yollarının da üzerinde bulunmaktaydı. Aynı zamanda Ankara iktisadi servetlerle de dolu bir kentti. Buğdayı, bağ ve bahçeleri ve bilhassa tiftik keçileri pek değerliydi. Bir ara Karamanoğullarının yönetimine geçen Ankara, Osmanlı sultanı I. Murat ordusuyla 1363 baharında Ankara’ya geldiğinde, Ahilerle anlaşarak Ahi yönetimindeki kenti savaşmadan teslim almıştır.

Hacı Bayram’ın doğduğu yıllarda Ankara, Osmanlılara geçmiş bulunuyordu. Bu önemli iktisadi ve siyasi merkezin Osmanlı idaresine geçmesi Ankara için de büyük sonuçlara yol açacaktır. Ankara, Osmanlıların, Anadolu’daki Beylerbeyliğine de merkezlik edecektir. Bilindiği gibi Osmanlı ülke yönetiminde, esas birim sancaktır. Osmanlı İmparatorluğu’nun idari yapılanmasıyla ilgili bir terim olan sancak, Osmanlı Devleti’nde bir bölge ya da gelir getiren has anlamına gelmektedir.

Murat zamanında eyalet sistemine geçilmiştir. Birkaç sancağın birleştirilmesiyle “eyaletler” oluşturulurdu. Sancaklardan birisi eyalet merkezi olarak seçilmekte ve buraya “paşa sancağı” denilmekteydi. 16. yüzyılın ikinci yarısına kadar eyalet yöneticisine “beylerbeyi” sancağınkine ise “sancak beyi” denilmekteydi.  I. Bayezid ya da Yıldırım Bayezid, 1393 yılında Rumeli’ye geçerken Timurtaş Paşa’yı Anadolu Beylerbeyi olarak Ankara’da bırakması ile Batı Anadolu’da Anadolu Eyaleti kurulmuştur.

Timur’un 1402’de Orta Anadolu’ya girerek Osmanlı yönetimine tehdit oluşturması, Osmanlı ordusuyla Timur ordusunun karşılaşması sonucunu doğurmuştur. Sonuçta Osmanlılar yenilmiş, Bayezid Timur’a esir düşmüştü ve Ankara kısa bir süre Timur’un kontrolüne girmiştir.

14. yüzyıl sonu ile 15. yüzyıl sonu arasında geçen yüzyıllık dönemde, kalenin dışındaki yamaçta ve onu izleyen düzlük alanda çok sayıda cami ve mescit yapılmıştır. Osmanlı kentlerinde çoğu kez bir mescit bir mahalleyi belirlerdi. Büyük camiler, kentin kalabalık semtleri olan ticaret kesiminde külliye olarak yer almışlardır.

Ankara’da mahalleler, bir dini yapının etrafında oluştukları gibi, meslek gruplarından bazılarının ya da aynı dini inanç ve gelenek etrafında toplananların bir arada oturma istekleri sonucunda ortaya çıkmışlardır. Bu durumda camii ve medreselerin her birinin bir mahallenin çekirdeğini oluşturduğunu düşünülürse, kalenin içindeki mahallerle birlikte 15. yüzyılda Ankara’da yaklaşık 30 kadar mahalle bulunmaktadır. Bu sayı 16. yüzyılın ilk çeyreğinde ise 81’e çıkmıştır.

18. yüzyıl sonlarına doğru nüfusu 100 000 civarında olan Ankara, 19. yüzyıl üçüncü çeyreğinde 18 000 kişinin açlıktan öldüğü bir kıtlık dönemi geçirmiştir. Hızla nüfusu azalmış ve bakımsız kalmıştır. Ankara kenti, 16. yüzyıldan 19. yüzyıl sonlarına kadar, önceleri sancak sonraları ise eyalet merkezi olarak bölgenin yönetiminde önemli bir yer tutmuştur.

Devletin geçirdiği evrelere uygun biçimde zaman zaman ekonomik ve siyasi üstünlüğünü kaybetmekle beraber, her dönemde geniş bir bölgeye merkezlik yapmıştır. Tanzimat öncesi ve sonrası ilk uygulamalar burada yapılmış genelde başarılı sonuçlar alınmıştır. Kurtuluş Savaşı’ndan sonra da Türkiye’nin Başkenti olarak, olağanüstü bir gelişme göstererek, çağdaş bir kent haline gelmiştir.

BİZANS VE DOĞU ROMA DÖNEMİNDE ANKARA


Anadolu’da Tarih, yeryüzü tanrısı olan Ana Tanrıça ile başlamıştı. Biz O’nu Kybele olarak tanımıştık. Binlerce yıl varlığını koruyan ve etkisini nesillerden nesillere aktaran Ana Tanrıça halkların mayasıydı. O, göklerde değil, yerde insanların yanı başındaydı. Dokundukları, gördükleri, kokladıkları hayranlık duydukları her şeydi. O, sadece insanların değil; toprağın, suyun, çiçeklerin, kuşların ve böceklerin de tanrıçasıydı.

Doğanın ta kendisiydi Ana Tanrıça. Bir ilkçağ çiftçisi evinin bir köşesine koyduğu Tanrıça heykelini izlerken onu görüyordu. Tıpkı bir orta çağ ermişinin aynada kendine bakarken tanrıyı görmesi gibi.
Ankara denilince ilk akla gelenler Ana Tanrıça Kybele ile Friglerin ilk kralı Gordios’un oğlu Midas’tır. Frigli kahinlerce Ankyra’nın kurucusu Midas Tanrı Kral mertebesine konulmuştur.

Frigler ve Frigli rahipler, Midas ve Kybele’ye olan saygılarının kanıtı olarak, Kybele’nin daha önce konakladığı tepeye, bir tapınak yaptılar. Helenistik ve sonrasında yapıldığı düşünülen tapınağın bulunduğu tepe, günümüzde Agustus/Ogüst Tapınağı’nın bulunduğu tepe olup, Hacıbayram Tepesi’dir.

Ankara Hacıbayram Camii ve bitişiğindeki Agustus Tapınağı bizi M.Ö. 7. yüzyıla kadar götürmektedir. Romalı Konsül Manilius M.Ö. 189 yılında, Ankara yakınlarında Galatları/Keltleri yenerek, Galatya’yı Roma topraklarına kattı ve Bergama Krallığı’na bağladı. M.Ö. 25 yılında da Roma’nın ilk imparatoru Agustus tarafından Roma Eyaleti haline getirilen Galatya’nın başkenti olmuştu Ankara. 600 yıl bölgeye hâkim olur ve yönetirler.

Ankara’nın en parlak dönemi Roma’nın Galatya eyaletinin başkenti olmasıyla başlar. Metropolis, yani Anakent unvanını alır. Anakent Ankara askerî açıdan stra­tejik bir öneme sahipti. İlk yıllarda kentin yönetimini Galat prenslerine bıraktılar. Kent Roma döneminde birçok yapılarla donatıldı ve diğer Roma kentlerinde olduğu gibi 12 semte bölündü. İçişlerinde bağımsız ve demokratik olarak, Romalı bir vali ve halk tarafından seçilen meclislerle yönetildi.
Bu dönemde kentin alt yapısı tamamlanmış ve Elmadağ’dan taş borularla su getirilmiştir. Tahıl üretimi, dokumacılık ve hayvancılık alanında büyük gelişmeler sağlanmıştır.

4. yüzyılın ortalarına doğru Hristiyanlığın yayılmasıyla kent, dini bir merkez olup M.S. 314 ve 358 yılları arasında Saint Synode adıyla kurulan Hristiyanlık Meclisinin önemli dini kararları almasında rol oynamıştır.

Diğer taraftan, M.S. 3. yüzyıldan itibaren Perslerin ve Gotların Anadolu’ya akınları sonucunda Doğu Roma-Bizans İmparatorluğu eski gücünü yitirdi. İstilalar sonrasında kentteki yapıların çoğu tahrip oldu ve kıtlık ortaya çıktı. İstilalara karşı koyabilmek için kentin çevresi surlarla çevrildi. Günümüzdeki Ankara Kalesi şekillendi. Roma İmparatorluğu M.S. 395 yılında ikiye ayrılınca Ankara, Doğu Roma İmparatorluğu/Bizans sınırları içinde kaldı. 
Bizans döneminde Ankara askeri ve ekonomik açıdan yine önemini korudu. Dokumacılık ve ticaret gelişti. Kent, Bizans İmparatorluğunun ileri yıllarında büyük bir dini merkez durumuna girerek Galatya Başpiskoposluğunun merkezi durumuna geldi
M.S. 615’te Anadolu’yu geçerek Kadıköy’e kadar giden Sasanilerin ya da II. Pers İmparatorluğu askerlerinin M.S 622 de Ankara’yı işgal edip, talan ettiği bilinmektedir. Bundan sonra Ankara tamamen Kale içine çekilmiş, iki kat surlarla çevrili tepenin içinde yaşadığından, kaleyi güçlendirmek için daha önceki dönemlere ait bütün binaları yıkarak, bunların malzemeleri kullanılmıştır. Bu nedenle, Roma ve Bizans dönemine ait yapıların sadece kalıntılarına ulaşılmıştır.