8 Nisan 2020 Çarşamba

ANADOLU MEDENİYETLERİ MÜZESİ PALEOLİTİK ÇAĞ


Tarihi yapıları, köklü geçmişi ile bugünlere gelen Anadolu Medeniyetleri Müzesi 19 Nisan 1997 tarihinde İsviçre'nin Lozan kentinde 68 Müze arasında birinci seçilerek "Avrupa'da Yılın Müzesi" unvanını elde etmiştir. Bugün kendine özgü koleksiyonları ile dünyanın sayılı müzeleri arasında yer alan Anadolu Medeniyetleri Müzesi'nde, Anadolu arkeolojik eserleri Paleolitik Çağdan başlayarak günümüze kadar, kronolojik bir sırayla sergilenmektedir.

‘’Sorgulanmayan hayat yaşanmaya değmez’’ Demiş Sokrates. Kendimizi, yaşadığımız hayatı sorgulayabilmek, dünden bugüne nasıl ilerlediğimizi, bizden önceki kuşakları neyi nasıl devraldığımızı, devraldığımız mirasa neler kattığımızı bilmemiz gerekir. Müzeler, geçmiş ile geleceği ‘’bugün’ ’de buluşturan kültür köprüleridir.

Ülkemizin en önemli kültür köprülerinden biri olan Anadolu Medeniyetleri Müzesi’ndeki arkeolojik çağlardan Paleolotik Çağı anlamaya çalışırken, atalarımızın yaşam tarzlarını da anlamaya çalıştım. Darvinci bedenlerimizi ve Paleolotik Çağ içindeki evrimleşmelerini de gözledim bir bakıma.

Çağımızda insanların neden çok hastalandıklarını ve sürekli sağlık ocaklarının kapılarında sahip olacağımız konusunda Paleolotik Çağ ve yaşam koşulları aydınlanmamı sağladı. Yontma veya Eski Taş Çağı olarak da adlandırılan Paleolitik Çağ günümüzden yaklaşık 2 milyon yıl önce başlamış ve 10.000 yıl önce son bulmuştur.

Modern diyebileceğimiz yerleşik düzene geçiş ise Avrupa’da İsa’dan önce 3 000 yılına kadar uzanır. Ancak verilen bu tarihlerin dünya geneli içinde geçerli olduğunu ve yerel olarak değişmeye açık bulunduğunu da belirtmek gerekir. İnsanlık tarihinin %99’u gibi çok büyük bir bölümünü kapsayan bu çağ, aynı zamanda ilk insan atalarının ortaya çıkışı ve ilk aletlerin üretimi yoluyla insanlaşma sürecine girişi temsil etmesiyle de söz konusu tarihin gelişimi içinde çok önemli bir yer tutmaktadır.

Doğanın sınırlayıcı ve belirleyici baskısı altında yaşayan Paleolitik Çağ insanları ekonomik açıdan, avcı ve meyve toplayıcı toplulukları temsil ederler. Avcı ve meyve toplayıcı toplum özelliklerinin bütün unsurları genlerimize işlenmiştir. Genlerimize işlenmiş olan bütün özellikler ‘’Fiziksel Beyin’’ tarafından yaşama geçirilmektedir.

Paleolitik Çağ, karakteristik çizgileri ve kültürleriyle Alt, Orta ve Üst olmak üzere 3 evreye ayrılır. Alt Paleolitik devrin insanları, beyin kapasiteleriyle orantılı olarak kendilerini vahşi hayvanlardan korumak, beslenmek, avlanmak ve bazen de kendi aralarındaki kavgalarında kullanmak üzere birtakım basit taş aletler yapmaya başlamışlardır.

Genellikle doğanın kendilerine sunduğu taşları, ya daha sert olan başka taşlarla yontarak işlemişler, ya da doğal halde çevrelerinde bulunan ve çok az bir rötuşla alet haline gelebilen parçaları kullanmışlardır. Alt Paleolitik süresince oldukça ılımlı geçen iklim Orta Paleolitik ’de kurumaya, sertleşmeye ve giderek bol kar yağışıyla belirgin yeni bir buzullaşmaya dönmesi, insanın yaşayışı ve teknolojisinde bir dizi değişiklikler meydana getirmiştir.

Bu teknolojik değişikliğin en belirgin yanı, yonga endüstrisinde kendini gösterir. Alt Paleolitik’ in kaba taş alet ve yongalarının yerini oldukça düzenli bir şekilde yontulmuş ve kenarlarda yapılan düzeltilerle ve uç kazıyıcı haline sokulmuş işlenik yonga aletler alır. Bu dönemin insanları olan Homo Neanderthal’lerin, eldeki kısıtlı alet teknolojisi ile mamut, gergedan, geyik gibi büyük hayvanları avlayabilmeleri bu insanların avcılıkta ne kadar ustalaştıklarının ve hayvanları avlayabilmek için birtakım av teknik ve yöntemlerini geliştirdiklerinin bir kanıtıdır.

Ayrıca bu evrede, inançlarla ilgili birtakım belirtilerin de ortaya çıktığı görülüyor. Örneğin tek, ya da çift çukurlar şeklindeki mezarlar ve bunların yanındaki- belki de besin depoları olarak yorumlanabilecek eklentiler, Neanderthal’lerin ölü gömme eylemleri hakkında bilgi veren izlerdir.

İklimin tekrar hissedilir derecede soğuduğu ve kuru hale geldiği Üst Paleolitik Çağda, Homo Neanderthal’lerin yerini modern insanın atası sayılan Homo Sapiens’ler alır. Homo Sapiens’ler becerili ve aktüel insana daha yakın olan insanlardır. Üst Paleolitik ‘de yontma teknolojisindeki gelişme dikkati çekecek bir düzeyde olup, taş işçiliği en büyük gelişmesine ulaşmıştır.

Alt Paleolitik’te, kısmen de Orta Paleolitik’te görülen klasik iki yüzeylilerin (el baltası) yerini çakmaktaşı yonga ve dilgilerin üzerine yapılmış, çeşitli tipteki aletler almıştır. Ön kazıyıcılar, taş delgiler, taş kalemler, yaprak biçimli uçlar, mekik aletler bunlardan bazılarıdır.

Üst Paleolitik ’in son evrelerinde ise sırtı devrik dilgiciklerin ortaya çıktığı görülüyor. Taş aletlerin yanı sıra kemik ve boynuzdan yapılmış aletlerde de büyük bir artış gözlenmektedir. Esasen bu evrede taş aletler, büyük bir çoğunlukla kemik aletleri şekillendirmek için yapılmışlardır. Bu ise Üst Paleolitik’te artık alet yapan aletlerin üretildiğini göstermektedir.

Üst Paleolitik Çağın önemli gelişmelerinden biri de insanların entelektüel hayatlarıyla ilgili birtakım sanat eserlerini yapmaya başlamalarıdır. Mağara duvarlarına ve çeşitli objeler üzerine yapılan boyalı resim, gravür, alçak kabartmalar ile heykelcikler, Paleolitik sanatın, Sanat Tarihi içinde oynadığı rolü ortaya koyar.

Üst Paleolitik’te süslenme merakı da açıkça görülür. Balık kemiği, kavkı, çeşitli hayvan kemiği, diş ve kabuklarından yapılan süs eşyalarının Üst Paleolitik’te insanlar tarafından kullanıldığı bilinmektedir. Ayrıca bu devirde artık insanlar ölülerini sistemli bir biçimde gömmeye başlamışlardır. Anadolu Paleolitik ’ine günümüze değin yapılan kazı ve yüzey araştırmalarının ışığında bakıldığında, yeterince araştırılmamış olmasına karşın, Alt, Orta, Üst Paleolitik dönemlere ait taş ve kemik endüstri, fauna, flora ve insan kalıntıları ile sanat yapıtlarının ele geçmiş olması, Anadolu’nun ne denli yoğun bir biçimde iskân edildiğini açık bir şekilde ortaya koymaktadır.

Bugünkü bilgilerin ışığında, Anadolu Paleolitik Çağ’ın tüm evrelerini, stratigrafik süreklilik içinde veren tek mağara Karain’dir. Antalya’nın 30 km. kuzeybatısında yer alan bu merkez; Alt, Orta ve Üst Paleolitik evrelere ilişkin çeşitli “oturma tabanları” vermektedir. Sözü edilen evrelere ait çok sayıda yontma taş ve kemik aletin yan ısıra, taşınabilir sanat eserleri, Homo Neanderthal ve Homo Sapiens’lere ait diş ve kemik kalıntıları, yine çok sayıda yanmış ve yanmamış kemik kalıntıları da vermiştir.

Karain Mağarası, buluntularıyla, yalnız Anadolu değil, aynı zamanda Yakın Doğu Paleolitiği için de büyük önem taşımaktadır. Anadolu Paleolitik Çağındaki en büyük boşluk, salt yaşlandırmanın henüz yapılamamış olmasından kaynaklanmaktadır. Bununla birlikte, son yıllarda Aşağı Fırat Havzasında yapılmış olan kazı ve sistemli yüzey araştırmaları ile Karain ve Yarımburgaz mağaralarında yeniden başlatılan kazılarda elde edilen buluntular üzerinde sürdürülmekte olan incelemeler, Anadolu Paleolitik ’inin henüz çözümlenmemiş olan stratigrafik ve kronolojik sorunlarına çözüm aramaya yöneltilmiş bulunmaktadır.

Müzede Yontma Taş Çağı eserlerinin en güzel örnekleri Güney Anadolu sahillerinde, Antalya civarında yer alan Karain Mağarası buluntularıdır. Burada yaklaşık 10,5 metre kalınlığındaki dolgu malzemesi içinde Yontma Taş Çağı’nın bütün evrelerine ait kültür tabakaları ortaya çıkarılmıştır.

Bu tabakalar içerisinde çeşitli taşlardan yapılmış aletler arasında el baltaları, kazıyıcılar, uçlar ele geçmiştir. Kemikten yapılmış aletlerden bızlar, iğneler, süs eşyası gibi kalıntılar da bulunan eserler arasındadır. İnsanlık tarihinin %99 unu oluşturan bu çağ genlerimize kazınmış olup, fiziksel beynimiz hala Paleolotik Çağ koşullarında yaşadığımızı sanmakta ve modern yaşam tarzını algılayamamaktadır. Tıpkı bir aslanın alışveriş merkezlerini algılayamaması gibi…
Müzelerimizi gezerken olayın bir de bu yönünün görülmesinin yararlı olacağını düşündüm.

ANKARA ANADOLU MEDENİYETLERİ MÜZESİ


Ankara’daki Anadolu medeniyetleri Müzesi’ni geçmiş yıllarda defalarca gezmiştim. Kendine özgü koleksiyonları ile dünyanın sayılı müzeleri arasında yer alan Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nde, Anadolu arkeolojik eserleri Paleolitik Çağdan başlayarak günümüze kadar, kronolojik bir sırayla sergilenmekte. 

Bu sergilenmeyi gördükten sonra üzerinde yaşadığım Anadolu’nun zengin tarihi beni hem şaşırtmış hem de onurlandırmıştı. Üzerinde yaşadığım toprakların arkeolojik tarihini, kısmen de olsa, öğrenmeye karar verdim.
Eski Batı kaynaklarında Anadolu Yarımadasının adı Küçük Asya olarak geçer. Ayrıca uzun yüzyıllar birçok farklı medeniyete ev sahipliği yapması nedeniyle Bin Tanrı İli ismini de almıştır. Ancak bu kullanımlar günümüzde eskimiş olup daha çok tarihi anlatımlarda yer alır.

Günümüzde bu topraklarda Türkiye Cumhuriyeti Devleti bulunmaktadır. Başkenti Ankara’dır. Anadolu, Asya ve Avrupa’nın birleşim noktasındaki stratejik konumu nedeniyle, tarih öncesi çağlardan beri birçok medeniyetin beşiği olmuştur.

Yeryüzünün en eski yerleşkelerinden bazıları Cilalı Taş Devri’nde Anadolu’da kurulmuştur. Çatalhöyük, Çayönü, Nevali Çori, Hacılar, Göbekli Tepe ve Mersin’deki Yumuktepe yerleşkeleri Cilalı Taş Devri’nden kalmadır. Truva yerleşkesi de Cilalı Taş Devri’nde kurulmuş ve Demir Çağı’na doğru uzanmıştır. Sümer, Asur, Hitit, Yunan, Lidya, Kelt, Pers, Roma, Doğu Roma, Selçuklu, Moğol İmparatorluğu ve Osmanlı gibi onlarca medeniyete ev sahipliği yapmıştır.

Yüzlerce dil ve lehçeyi barındırır. Anadolu Yarımadası, Hıristiyanlığın ilk doğduğu ve geliştiği topraklardan biridir. 11. yüzyıldan itibaren Türkler tarafından iskân edilmiş ve yönetilmiştir. Özellikle 1071 yılındaki Malazgirt Savaşı’ndan itibaren Müslüman Türkler Anadolu’ya akın etmiştir; ancak İslamiyet’ten önce de Anadolu ve Balkanlarda Türkler vardır.
Bugün kendine özgü koleksiyonları ile dünyanın sayılı müzeleri arasında yer alan Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nde, Anadolu arkeolojik eserleri Paleolitik Çağdan başlayarak günümüze kadar, kronolojik bir sırayla sergilenmekte.

Yontma ya da Eski Taş Çağı olarak da adlandırılan Paleolitik Çağ’dan, günümüze kadar gelen bütün çağları anlatan bir müzenin koleksiyonlarını anlatabilmenin zorlukları ortadadır. Yazmaya başlamam oldukça zor oldu. Anadolu Medeniyetleri Müzesi’ni ikinci ve üçüncü kez gezme fırsatını bulduğumda, müze bahçesinin girişinde ve sol yamaçtaki bir tanıtım yazısı hemen dikkatimi çekti.

1997 yılında, 38 müze arasındaki değerlendirmede, ‘’Anadolu Medeniyetleri Müzesi’ ’ne ‘’Avrupa’da Yılın Müzesi’’ unvanı verilmişti. Bu konudaki izlenimlerimi ve müzedeki arkeolojik eserleri kronolojik bir sıra ile yazmalıydım.

İlk fırsatta müzeyi tekrar ziyaret ettim. Ortamın elverdiği ölçüde fotoğraf çekip, bilgilendirme yazılarını okudum ve fotoğraf çektim. Fotoğrafları ve bilgilendirme yazılarını düzene soktuktan sonra yazım aşamasına geldim. Nereden ve nasıl başlayacağım konusunda bir hayli düşündüm. Müzeyi birkaç kez daha ziyaret etmem gerektiğine karar verdim. Bu nedenle, uzunca bir zaman dilimini araştırma yapmaya ayırdım ve notlarımı tekrar gözden geçirmek zorunda kaldım.