24 Nisan 2020 Cuma

PALEOLİTİK VE ARKAİK DÖNEMDE ANKARA



Ankara, Türk gezginlerle birlikte, Ankaralı olanların da biraz ihmal ettiği bir başkent. Buna karşılık yabancı gezginlerin daha iyi tanıdığı bir kent olgusu karşımıza çıkıyor. Çıkıyor çünkü ben de Ankara’dan bir süreliğine İstanbul’a taşındıktan sonra, bir bakıma yabancı bir gezgin gibi tanıdım bu kadim kenti.

Başkent olmasından kaynaklanan resmi görüntüsü ilk bakışta gezginleri yanıltıyor. Binlerce yıllık bir tarihin izlerinde olduğu gibi zengin kültürel, sanatsal ve sosyal hayatı da gözden kaçıyor. Belki de bu yüzden Ankara hiç de hak etmediği “gezilecek, görülecek neresi var ki” şeklindeki yanlış bir şöhrete sahip bulunuyor. Benim için de öyleydi.

M.S. ikinci yüzyılın başlarında yaşamış olan Lidyalı gezgin Pausanias, Galatların Anadolu’ya yerleşmeleri hakkında bilgi verirken, Ankara’dan da söz eder. Ankara ya da Ankyra kentini Gordios’un oğlu Midas’ın kurduğunu ve Friglerin bir kenti olduğunu anlatır.

Ankara’da antik dönemden kalan eserlerin en eskisi dik bir yamaç üzerinde bir kartal yuvasını andıran Ankara Kalesi’dir ve hiç kuşkusuz başkentin görmeye değer yerleri arasında ilk sırada yer alır. Bir zamanlar Ankara’nın iki önemli akarsuyu olan Hatip ve İncesu derelerinin birleştiği noktaya hâkim bir tepede bulunan Ankara Kalesi’nin kuruluş tarihi kesin olmamakla birlikte M.Ö. 3. yüzyıla kadar uzanır.

50 yıl süreyle yaşadığım Ankara’yı yabancı bir gezgin gibi yeniden tanımaya ve keşfetmeye çalıştım. Sanırım geçim derdinin yanı sıra nasılsa buradayız, tanımak için vaktimiz var diye zaman ayıramamıştım. Oysa pek de vakit yokmuş aslında. Frig Kralı Midas’ın kurduğu Ankara’yı içinde yaşadığım dönemde yeterince tanıyamamışım. İstanbul’a taşındıktan sonra farkına vardım. Yine de geç kalmış sayılmam. 

Anadolu’da Tarih, bir yeryüzü tanrıçası olan Ana Tanrıça ile başlamıştı. Binlerce yıl varlığını koruyan ve etkisini nesillerden nesillere aktaran Ana Tanrıça halkların mayasıydı. O, göklerde değil, yerde insanların yanı başındaydı. Dokundukları, gördükleri, kokladıkları hayranlık duydukları her şeydi. O, sadece insanların değil; toprağın, suyun, çiçeklerin, kuşların ve böceklerin de tanrıçasıydı. Doğanın ta kendisiydi Ana Tanrıça.

Bir ilkçağ çiftçisi evinin bir köşesine koyduğu Tanrıça heykelini izlerken onu görüyordu. Tıpkı bir orta çağ ermişinin aynada kendine bakarken tanrıyı görmesi gibi. 

Ankara denilince ilk akla gelenler Ana Tanrıça Kybele ile Friglerin ilk kralı Gordios’un ölümünden sonra yerini alan Midas’tır. Krallığı gibi yaşamı ve ölümü üzerine mitler üretilmiş olan Midas, yaşamı boyunca acılar çekmiş ve sürprizlerle karşılaşmış biridir. Mitolojik açıdan, “Eşekkulaklarıyla” ve “dokunduğu her şeyi altına çevirmesiyle” ünlenmiştir. Mitolojiye göre Kral Midas’ın acı dolu hayat öyküsü şöyle başlar.
Frig Kralı Gordios ölmüştür. Halk çok üzgündür. Kral Gordios, yerine geçecek birini de bırakmamıştır. Ülkenin ileri gelenleri toplanır ve kâhinlerden yardım ister. Kâhinler kehanette bulunurlar ve şu andan itibaren Friglerin politik ve kültürel başkenti Gordion’a arabasıyla ilk giren kral olacaktır derler. Kehanete uygun olan ise Kral Midas’tır.

Bu günkü Fethiye olan antik kent Telmessos’tan, demir çemberli tekerlekleri olan bir araba ile ayrılan Midas, Kral Yolunda haftalarca zorlu bir yolculuk yaparak, Bey dağlarıyla Toros dağlarını aşar. Yanındaki yaşlı annesi ve babası ile Kuzey Frig ülkesine ulaşmaya çalışır. Frigli kahinlerin kehanetinin gerçekleşmesi için zamanda geri sayım başlamıştır. Zorlu bir yolculuktan sonra arabasıyla Gordion’a ilk giren olur. Gordion’lu kâhinlerin kehaneti uyarınca da Frig Kralı seçilir.

Midas ile ilgili bu mitolojiden sonra, Gordion bir bakıma Ankara’dır. Atalarımızın meyve toplayıcı ve avcı, bazen de av olduğu dönemlere uzanalım biraz da… Paleolitik ya da Eski Taş Çağı, M.Ö. 60 000 ile 10 000 yılları arasındaki dönemi kapsar. İnsanlığın ilk ortaya çıkışından, günümüzün 12 000 yıl öncesine kadar süren dönem Arkaik Çağ dönemidir.

Yerleşik bir yaşamları olmayan Eski Taş Çağı insanları, genellikle meyve ağaçları ve av hayvanlarının bulunduğu sulak yerlerde bulunuyorlardı. Avcı ve meyve toplayıcı durumundaki atalarımız için Ankara’nın topoğrafya koşulları da buna uygundu. Ankara yöresindeki çeşitli kazılarda ortaya çıkan buluntular bu durumu kanıtlamaktadır.
Anadolu Medeniyetleri Müzesi ile Maden Tetkik ve Arama Enstitüsü Müzesinde sergilenmekte olan buluntulara göre, Paleolitik dönemde, Ankara ve çevresinde zengin bir yaşam olduğu ortaya çıkmaktadır. Yine bu buluntulardan, Ankara bölgesindeki kalıcı yerleşimlerin Frigler döneminde olduğu kanıtlanmaktadır. Kente adını veren Kral Gordios’ tur. Frigya uygarlığı denildiğinde de ilk akla gelen Kral Midas olur.  M.Ö. 719-707 yılları arasında Gordion’da hüküm sürmüş olan Midas ‘’Eşek kulaklı Midas’’ olarak da bilinir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder