6 Mayıs 2020 Çarşamba

ANKARA HACIBAYRAM TEPESİ


Anadolu’da Tarih, bir yeryüzü tanrıçası olan Ana Tanrıça ile başlamıştı. Binlerce yıl varlığını koruyan ve etkisini nesillerden nesillere aktaran Ana Tanrıça halkların mayasıydı. O, göklerde değil, yerde insanların yanı başındaydı. 

Dokundukları, gördükleri, kokladıkları hayranlık duydukları her şeydi. O, sadece insanların değil; toprağın, suyun, çiçeklerin, kuşların ve böceklerin de tanrıçasıydı. Doğanın ta kendisiydi Ana Tanrıça. Bir ilkçağ çiftçisi evinin bir köşesine koyduğu Tanrıça heykelini izlerken onu görüyordu. Tıpkı bir orta çağ ermişinin aynada kendine bakarken tanrıyı görmesi gibi.

Ankara denilince ilk akla gelenler Ana Tanrıça Kybele ile Friglerin ilk kralı Gordios’un oğlu Midas’tır. Ankyra’nın kurucusu olarak tanrılaştırılmışlardır. Tanrı Kral uygulamasının başlamasına neden olmuştur. Frigler ve Frigli rahipler, Midas ve Kybele’ye olan saygılarının kanıtı olarak, Kybele’nin daha önce konakladığı tepeye, bir tapınak yaptılar. Helenistik ya da sonrasında yapıldığı düşünülen tapınağın bulunduğu tepe, günümüzde Agustus/Ogüst Tapınağı’nın bulunduğu tepe olup, Hacıbayram Tepesi’dir.

Hacı Bayram Tepesi, Ankara’nın Akropolisi (tepekent) olarak adlandırılmasına uygun bir şekilde, eski dönemlerden itibaren kutsal bir mekân olmuş ve kentin yerleşimi buradan başlamıştır. Bölgede ilk tapınak, M.Ö. 2. yüzyılın ikinci yarısında, önce Anadolu’nun Ana Tanrıçası Kibele daha sonra da ay tanrısı Men adına inşa edilmiş.

1926 yılında başlayan kazılardaki bulgulara göre, ilk tapınak bir Galat veya büyük olasılıkla Bergama kralı tarafından MÖ 183-166 yılları arasında inşa edilmiş olmalıdır. Roma eyaleti haline gelen Galatya’nın son kralının oğlu tarafından, Galatya eyaletinin Roma’ya katılması anısına MÖ 25-20 yıllarında Roma İmparatorluğu kurucusu ve ilk imparator adına, bugün, Hacı Bayram Camii bitişiğindeki tapınak yapılmıştır.

Agustus Tapınağı temellerinde ve iç bölmelerinde Helenistik mimari fakat dış duvarlar ve sütunlarda ise Roma İmparatorluk mimarisi belirgindir. Agustus Kazılarda Frig ve Lidya dönemine ait kalıntılar da bulunmuştur. 2000 yıl önce, Roma’ya çıkmadan önce bütün yolların Ankara’nın Akropolisi’nden geçtiği bilinmektedir.

Agustus Tapınağı, duvarındaki “Tanrılaşmış Agustus’un Yapmış Olduğu İşler” başlıklı yazıtından dolayı “Monumentum Ancyranum” (Ankara Anıtı) olarak adlandırılmış. Tapınak, 1555 yılında, Avusturya-Macaristan İmparatoru Franz Ferdinand’ın, o sırada Amasya’da ordugâhta bulunan Kanuni Sultan Süleyman’a gönderdiği elçi tarafından keşfedilmiştir. 

Günümüzde görülen tapınak kalıntısında, üzerinde üç aydınlanma penceresi bulunan güneydoğu duvarının dış yüzeyinde, göz hizasında Agustus’un vasiyetinin eski Helence ve iç duvarların kuzeye doğru uçlarında ise Latince kopyaları bulunmaktadır. Agustus’un Roma halkına yaşamının hesabını verdiği yazıt ‘On dokuz yaşımda kendi girişimim ve paramla bir ordu kurdum…’ sözleriyle başlamakta ve tarihe geçen ünlü tümcesiyle bitmektedir.

‘Acte est fabula’ (oyun bitti). Duvarlarındaki bu yazıtlardan dolayı tapınak “Yazıtların Kraliçesi” olarak tanımlanmıştır. Agustus’un Roma’daki mezarında bulunan kopyası okunamamasına karşın tek okunabilir eşi olarak Ankara’daki kalmıştır. Kuzey-kuzeydoğu duvarın ucunda, Roma döneminde görevli rahiplerin listesi de bulunur.

Ankara’daki mescitlerin ve camilerin büyük bir bölümü Selçuklular devrinde ve Osmanlıların ilk dönemlerinde Ahiler tarafından yaptırılmış. Bu nedenle, bu yapılar daha çok Selçuklu mimarisinin özelliklerini taşımaktadır. Anadolu’nun diğer kentlerinde olduğu gibi Ankara dini yapılarında da taşra sanatı vardır. İstanbul’un gösterişli ve dış cephesi oldukça süslü dinsel sanat anlayışının Ankara dini yapıları üzerinde etkisi olmamıştır. 

Elbette, Hamamönü’ndeki Mimar Sinan yapıtı Cenabî Ahmet Paşa Camisini (Yeni Cami) bu görüşten ayrı tutmak gerekmektedir. İznik ve Bursa’da egemen olan mimarinin etkisiyle de Erken Osmanlı döneminde, Hamamönü’ndeki Karacabey (İmaret) Camisi inşa edilmiştir. Hacı Bayram Camisi inşasında da Bursa mimarisine uygun olarak Yeşil Cami ve Yıldırım Bayezid Cami örnek alınmıştır.

Osmanlı döneminde, 15. yüzyıl başlarında, tapınağın içi 10 hücreye bölünerek medrese olarak kullanılması nedeniyle halk arasında “Ak Medrese” olarak anılmaya başlamıştır. Ardından, 1427-1428 yıllarında, tapınağın hemen bitişiğinde, batı-güneybatı duvarı köşesinde, ilk Türk tarikatı olan Bayramilik tarikatının kurucusu Hacı Bayram-ı Veli’nin kendisi tarafından kendi adıyla anılan camii inşa edilmiştir. 

Caminin mimarı, mezarı 1926 yılına kadar minarenin dibinde bulunan Hamedan’lı Ebubekir oğlu Mehmed ’dir. Taş kaideli ve tamamen tuğladan yapılan caminin iki şerefeli minaresi ve son cemaat yeri sonradan eklenmiştir. Cami, daha sonraları, Mimar Sinan tarafından restore edilmiştir. İki şerefeli ince minaresinin de bu döneme ait olduğu düşünülmektedir. Camideki ahşaplar üzerinde bulunan boyamalar, bu restorasyon sırasında yapılmış olup Nakkaş Mustafa’ya aittir.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder